17 Aralık 2011 Cumartesi

Kayıp Notlar - 5


Saat sabahın 5'i. Havada tatlı bir soğuk var. İskelede oturmuş otobüsümü bekliyorum. En azından birkaç gün kafa dinlemek için ailemin yanına gidiyorum. Yapacağım şeyin karşısında aileme sığınmak işe yarayacak mı bilmiyorum ama denemeye değer. Yanımda birilerinin olmasını istiyorum. Otobüsü beklerken yanıma bir kız oturdu. Bana ateşim olup olmadığımı sordu. Benden olumsuz cevap alınca başka bir yerden ateş buldu. Bir süre sonra sohbet etmeye başladık. Bu yazıları kaç kişinin okuyacağını bilmediğimden ve gizlilik ilkelerine saygımdan adını burada yazmayacağım. Kız Çanakkale'de yaşamaya başladığı için erkek arkadaşı tarafından terk edilmişti. O da sadece onun karşısına dikilmek için sabahın 6'sında şehir dışından gelen misafirini evde bırakıp ilk otobüse yetişmek için taksiye atlamış. Tüm bu çılgınlıkları yapmasındaki sebebi tek bir kelimeyle açıkladı. "Seviyorum" dedi. Çocuğun kötü yanlarından bahsetti durdu. Ama yine de seviyorum dedi. Alkolün de etkisiyle "seviyorum" kelimesini biraz fazla kullanıyordu ama yine de ona imrendim. Her ne olursa olsun duyguları için mücadele ediyordu. Bense tek başıma yaptığım boş mücadeleyi sonlandırmak için her şeyi yok etmeye gidiyordum. Yolun sonlarına doğru kız alkolün etkisinden çıkmaya ve benim gibi her şeyi yok etmeye gidiyordu...

Evet doğru duydun. Her şeyi yok etmeye gidiyorum. Cesaretini yitirmiş birisini sonsuza dek bekleyebilirim. Cesaretini yeniden kazanması için elimden geleni yaparım ama inancını yitirmiş biri için elimden bir şey gelmez. Başkaları cesaretini kırabilir hatta cesaretini tarihe gömebilir ama sen izin vermedikçe kimse inancını yok edemez. Yeri geldi senden nefret ettim. Yeri geldi senden tiksindim. Yeri geldi şimdi olduğu gibi sana deliler gibi aşk besledim. Ama asla inancımı yitirmedim. Artık yapmayacağım. Başkasının kollarındayken aşkımızdan bahsetmeni dinlemeyeceğim. Seni içimden çıkarmak canımı yakacak ama senin inançsız halini izlemek kadar yakmayacağından eminim. Bana verdiğin o unutulmaz doğum günü hediyesinden sonra senden nefret etmek istedim. Dünyadaki hiçbir şeyden etmediğim kadar çok nefret etmek istedim senden. Ama sonrasında hala yıllardır yaptığım şeyi yapmaya çalıştığımı fark ettim. Nefret de bir duygu. Aşkın gölgesi gibi bir şey nefret. İstediğim bu değil. İstediğim yok etmek. Her şeyi yok etmek. Hayallerimizi, anılarımızı, çocuklarımızı koyduğumuz o şehri yerle bir edeceğim. Aramızda yıllardır yok edemediğim o bağı yok edeceğim. Başarır mıyım bilmiyorum ama bunun için her saniye mücadele edeceğim. Uğruna kendimi yok etmem gerekse bile o bağı yok edeceğim. Muhtemelen de öyle olacak ama umurumda değil. Umurumda olan tek şey o bağı yok etmek.

Dün gece yatmadan önce kucağında yeni doğan yeğeninle çekildiğin fotoğrafı gördüm. Yıllardır hayalini kurduğum sahneyi gözlerimin önünde gördüm. Bütün gece ağladım durdum artık yalan olan bir hayal için. Bundan sonraki her günüm ve gecem bunun gibi güzel hayallerimizi ve anılarımızı yok etmekle geçecek. Elveda sevdiğim. Elveda aşkım. Elveda kelebeğim. Elveda Elanor'um...

30 Kasım 2011 Çarşamba

Kayıp Notlar - 4

"...Saat beşi geçmişti. Hava iyice kararmıştı. İkimiz birlikte dershaneden çıkmıştık. Birlikte yürümeye başladık yavaş adımlarla. Daha yüz metre gitmemiştik ki dayınla karşılaştık. Sonrasında yürümeye devam ettik. Seninle konuşmak ve birlikte o karanlıkta yürümek çok güzeldi. İkimizle ilgili en çok özlediğim şeylerin başında geliyor bu. Bir süre daha yürüdükten sonra yine yol ayrımına gelmiştik. Vedalaşırken yanağıma bir öpücük kondurdun. Daha önce hiç öyle bir şey hissetmedim. Sanki vücudumdaki her hücreye ayrı ayrı elektrik veriliyordu. Eve nasıl gittiğimi hala hatırlamıyorum. Eve vardıktan sonra hızlı bir şekilde akşam yemeğimi yedim. Akşam yemekten sonra Oğuz'la Orion'da buluşup andaç notlarını temize geçecektik. Oğuzla kafede buluştuk ve notları temize geçirmeye başladık. Kimse bizi rahatsız etmesin diye yirmi dört numaralı bilgisayara geçmiştik. Tam çalışmaya başlamıştık ki sen çevirimiçi oldun. Oğuz'a dönüp bir an baktım sadece. Durumu direkt anladı ve "Tamam ulen tamam yazının acelesi yok konuş sen" dedi. Dayın bizi ispiyonlamıştı. Sen de annenle kavga etmiştin. Annenle barışman için sana baskı yaptım. Sen de beni kırmayıp annenle barıştın. Sonrasında uzun bir sohbet başladı. Laf lafı açtı durdu. Ve ben konuşmaya başladım. Sana içimden geçenleri söyledim. Sen bir an sapıttın. Sonra birden çevirimdışı oldun. İçimden "Hayır! Lütfen gitme!" diye bağırasım geldi. Sonrasında yeniden çevirimiçi oldun. Gözlerinden yaş akmıştı ama gülüyordun. Güldüğünü gördüğüm an "İşte başlıyoruz" dedim. Ve böylece eşsiz bir masalın ilk adımını attık birlikte. Kafe kapanmak üzere olduğu için internetten çıkmıştım. Yüzümde anlamsız bir sırıtma vardı. Oğuz ikide bir "Pişmiş kelle gibi gülme len diyordu". Otobüse binmeden önceki son sözü de bu olmuştu. "Eve böyle pişmiş kelle gibi gitme hemen farkederler" dedi. Eve vardığımda sırıtmamak için kendimi zor tutuyordum. Bir süre bizimkilerle oturup bir yandan telefonda seninle mesajlaştım. O zamanlar operatörlerin şimdiki gibi kampanyaları olmadığından fazla mesajlaşamamıştık. Sonrasında huzur içinde yatağıma doğru gittim. Bir an önce sabah olmasını ve yanına gelmeyi istiyordum. Yastığa başımı koydum ve hiç olmadığım kadar mutlu bir şekilde uykuya daldım..."

Tam beş yıl geçti bu hikayenin üstünden. Bir çok şey değişti. Birbirimizin canını çok yaktık. Başkalarının canını çok yaktık. O zamandan bu zamana değişmeyen tek bir şey sana olan sevgimdi. Hala ilk günkü gibi seviyorum seni hatta daha fazla. Bu günü seninle kutlamayı  çok isterdim ama şu halime bak. Elimde sigaram, önümde beşinci yıl dönümü pastamız, bilgisayarda beni ölmeden mezara sokan bir şarkıyla bir başıma yıl dönümümüzü kutluyorum. Sen başka diyarlar göç ettin. Beni bu karanlıkta yalnız bıraktın. Evet ilk yalnız bırakan bendim. Ne diyebilirim ki genç ve salaktım. Hayatımda bir kez korktum ve hayatımın en büyük hatalarından birini yaptım. Bir hatanın bedeli bu kadar büyük mü olmalı? Her neyse. Yıllardır bu soruyu sorup diyorum zaten. Bu önemli bir gece. Sözde kutlamamıza devam etmeliyim. Bir yandan sigaramı tüttürüp diğer yandan pastamızdan güzel bir dilim alıp yemeliyim. Hatalarımdan  yaptığım pastayı yiyorum bu gece. Yanında içecek olarak akıttığım masumların kanını içiyorum. İyi geceler sevdiğim. Beşinci yıl dönümümüz kutlu olsun...

25 Kasım 2011 Cuma

Kayıp Notlar - 3

Gece karanlık. Ölüm atına binmiş karanlığı sürüyor yavaş yavaş. Acelesi yok. O'ndan kim kaçabilir ki? Sokaklar bomboş. İnsanlar kendilerini evlerine kilitlemiş. Herkesin kapısında garip semboller var. Ölüm'ü durdurur umuduyla insanlar duydukları tüm saçmalıkları çizmişler kapılarına umutsuzca. Herkes evinin bir köşesine sinmiş Ölüm onlara uğramasın diye bildiği tüm duaları okuyordu. Biri hariç... Bir kişi her şeyi kabullenmişti. O geceyi sağ atlatamayacağını biliyordu. Ne kapısında o saçma semboller vardı ne de diğer insanlar gibi çaresizlikten Tanrı'ya sığınıyordu. Gecenin karanlığında perdesinin arasından sokağı izliyordu. Ölüm dışında bir şey görmeyi ummuyordu ama yine de izlemeye devam ediyordu. Geceye insanın içini ürperten bir sessizlik eşlik ediyordu. Adam karanlık sokağı izlerken bir anda gözleri fal taşı gibi açıldı. İlk önce gördüklerine inanamadı. Hayal gördüğünü yada Ölüm'ün bir oyunu olduğunu düşündü ama gördükleri gayet gerçekti. Dışarıda Ölüm'e aldırmadan gezen bir kadın ve bir erkek vardı. Birbirlerine aldırmadan karanlık sokaklarda birer hayalet gibi geziyorlardı. Adam çok şaşırmıştı. Kendisi bu gece öleceğini kabullenmesine rağmen dışarı çıkamıyordu. Bu ikisi dışarıda gezecek cesareti nereden buluyorlardı. Tam o sırada adam kıyametin sesini duydu. Evinin kapısı bir anda yerle bir oldu. Adam ne olduğunu anlayamadı. Kendini can havliyle kapıdan uzağa attı. Yere kapaklanan adam yavaşça kapıya döndü ve tüm ihtişamıyla Ölüm'ü gördü. Ölüm atının üzerinden adama iyice baktı sonra derinlerden gelen bir ses tonuyla konuşmaya başladı. "Bütün şehir bu gece benden kurtulmak için akıllarına gelen her yola başvurdular. Ama sen bu gece öleceğini kabullendin. Ölümü çok az insan kabullenebilir. Bu yüzden sana bir istisna göstereceğim. Bana istediğin herhangi bir soruyu sorabilirsin. Karşılığında cevabını alacaksın.". Adam bir an dondu kaldı. Şaşkınlığını üstünden attıktan sonra yavaşça yerden kalktı. Ölüm'ün gözlerine bakarak konuşmaya başladı. "Tek bir şey bilmek istiyorum. Dışarıda gezen o kadınla, erkeğin canını neden almadın?". Ölüm başını pencereye doğru çevirdi ve eliyle basit bir hareket yaptı. Hareketi yapmasıyla pencerenin önündeki perdeler sonuna kadar açıldı. Kadınla erkek hala dışarıda boş boş geziyorlardı. "Uzun zaman önce o ikisi birbirlerine deliler gibi aşıktılar. Birbirlerini ölümüne seviyorlardı. Birlikte mutlu bir hayatları vardı ama bir süre sonra erkek karanlığa yenik düştü. Sonrasında aynı karanlığa kadın yenik düştü. Birbirlerine zaman içinde öyle şeyler yaptılar ki hepsi de ölümden beterdi. Onlar bu dünyada ölümden beter şeyleri yaşattılar birbirlerine. Onların canını almamın hiçbir anlamı yok.". Adam bu hikaye karşısında hüzünlenmişti. Birazdan öleceğini unutmuş bir halde penceresinden onlara bakıyordu. "Cevabını aldın. Hazır mısın?" dedi Ölüm. Adam yavaşça tekrar Ölüm'e döndü. Derin bir nefes aldı ve "Hazırım." dedi. Ölüm yavaşça adama yaklaştı ve parmağının ucuyla adamın kalbinin tam üstüne bir kez dokunuverdi sadece. Adamın gözleri yavaşça kararmaya başladı. Karanlık gözlerini tamamen ele geçirmeden hemen önce aklında tek bir şey vardı. Dışarıda gezen kadınla erkeğin acıklı hikayesi...

24 Kasım 2011 Perşembe

Kayıp Notlar - 2

Söyleyecek o kadar çok şey var ki aslında. İçimdekileri yazsam cilt cilt kitaplar çıkar. Ama bir yandan da arka arkaya iki cümle kurmak bile tam bir işkence. Kelimeler anlatmaya yetmiyor içimdekileri.
Her anımda sen varsın aptal kız. Her uyanışımda, her yemek yiyişimde, her su içişimde, her uyuyuşumda, her rüyamda, her kabusumda sen varsın. Aptalsın. Her şeyi mahvettin aptal kız. Sana çok kızgınım ama yine de seni hiç kimseyi sevmediğim kadar seviyorum. Seni o kadar özlüyorum ki. Senden geriye kala kala son mektubun, bir tel saç telin ve ikimizin de masum olduğu dönemden iki fotoğraf kaldı. Celladına aşık bir idam mahkumuyum. Dönmeyeceğini bile bile dönmeni bekliyorum. Güçlüyüm ama sensizim be aptalım. Günler sensiz geçiyor ama yine de bir şekilde ayaktayım. Bu aralar günleri sayıyorum. Kasım'ı Aralık'a bağlamaya az kaldı...

22 Kasım 2011 Salı

Kayıp Notlar - 1

Hayat çok değişken. Hatta şu an tahtamda duran bol değişkenli fizik formülünden bile daha değişken. Her şey bir anda değişiveriyor. Bundan birkaç ay önce tüm hislerini kaybetmiş, güçsüz düşmüş bir haldeydim adeta. Şimdi ise hiç olmadığı kadar derin ve güçlü duygulara sahibim. Evet hissettiğim duygunun büyük bir bölümü acı ama acıyı hissetmeyi bile özlemişim. Ama fark ettim ki benim devrim geçeli uzun zaman olmuş. Eskiden beri inandığım tek bir şey vardı. Sevgi her şeyi aşar. Hiçbir engel onu durduramaz. Yıllarca aksini gösteren şeyler yaşasam da bu inancımı asla kaybetmedim. Peki ya beni buna inandıran insanların başında gelen birisi bu inancını yitirmişse o zaman ne yapmalıyım?
Yaşamlarımız farklı, dünyalarımız farklı, mezheplerimiz farklı, tuttuğumuz takımlar farklı farklı farklı. Devam etsem bu liste birkaç sayfayı geçerdi sanırım. Her insanın bir yada birden fazla yeteneği vardır ama tüm insanlığın tek bir ortak yeteneği vardır o da saçmalamak. Dünya'nın en paha biçilmez mücevheri iki insanın birbirini sevmesi, birbirine aşık olması. Ama biz bunun kıymetini bilmek yerine böyle saçma sapan nedenler ortaya atıp duruyoruz. Düşündükçe içime oturuyor bu durum. Daha da çok içime oturan ise bu saçmalıklarla karşıma hiç beklemediğim birinin çıkması. Dünyalarımız farklıymış. Hadi oradan be salak! Şu ana kadar kelimeler sana karşı olan sevgimi ve aşkımı anlatmaya yetersiz kalıyordu. Artık sana olan kızgınlığımı da anlatmaya yetersiz kalıyorlar. Görüyorum ki her şeyi mahvetmekte benden kalır yönün yok. Neyse işte uzun lafın kısası topluca saçmalıyoruz. Uzun zamandır söylenen bir şey var. Eski sevgilerin ve aşkların geçmişte kaldığını söylüyor herkes. Suçu da modern çağa ve gelişen teknolojiye atıyorlar. Hiç teknolojiyi yada diğer şeyleri suçlamayacağım. Baş suçluyu görmek istiyorsan o aptal bilgisayarın başından kalk ve aynaya bak. Evet sen! Sen de suçlulardan birisin. Binlerce yıl geçti ama ne ataların ne de sen yok etmekten asla vazgeçmediniz. Birbirimizi öldürdük durduk. Bununla kendimizi tatmin etmedik ve duygularımızı, hislerimizi öldürmeye başladık. Hepimiz birer katiliz. Hepimiz ellerimiz kana bulanmış bir halde katil kim diye yakınıyoruz ellerimizdeki kanı görmezden gelerek...

12 Şubat 2011 Cumartesi

Fade to Black...

Fade to Black Metallica'nın tarihindeki en garip şarkılarından birisi kuşkusuz. Şarkı ortaya çıktıktan bir süre sonra onlarca genç intihar ettikten sonra arkalarında son sözleri olarak bu şarkının sözlerini bırakmıştı. Bu yüzden bu şarkı kimi kesim tarafından Dünya'nın en çok intihar ettiren şarkısı olarak geçer. Açıkçası bir zamanlar beni de etkisine almıştı. Hatta arkadaşlarım bir süre bu şarkıyı dinlememi yasaklamışlardı...
----------------------------------
Life it seems, will fade away
Drifting further every day
Getting lost within myself
Nothing matters no one else
I have lost the will to live
Simply nothing more to give
There is nothing more for me
Need the end to set me free

Things are not what they used to be
Missing one inside of me
Deathly lost, this can't be real
Cannot stand this hell I feel
Emptiness is filling me
To the point of agony
Growing darkness taking dawn
I was me, but now He's gone

No one but me can save myself, but it's too late
Now I can't think, think why I should even try

Yesterday seems as though it never existed
Death greets me warm, now I will just say good-bye
--------------------------------------------------------------
Yaşam öyle görünüyor ki solacak
Gün be gün uzaklaşarak
İçimde kaybolarak
Hiçbir şey önemli değil , hiç kimse
Yaşama isteğimi yitirdim
Kalmadı verecek şeyim
Benim için dahası yok
Beni özgür kılacak sona ihtiyacım var
Hiçbir şey eskisi gibi değil
İçimden bir şeyler kaybolup gidiyor
Ölümcül kayıp , gerçek olamaz bu
Hissettiğim cehenneme dayanamıyorum
Boşluk dolduruyor içimi
Keder noktasına dek
Büyüyen karanlık yutuyor şafağı
Ben bendim , ama o gitti şimdi
Sadece ben kurtarabilirim kendimi , ama çok geç
Düşünemiyorum artık niçin denemem gerektiğini bile
Dün hiç olmamış gibi görünüyor
Ölüm sıcak karşılıyor beni , sadece elveda diyeceğim şimdi...

İsimsiz Mısralar...

Gözyaşlarım akıyorsa,
Yar gelip silmediği içindir.
Dudaklarım kurumuşsa,
Yarin dudakları ıslatmadığı içindir.

Hayat anlamsız geliyorsa,
Yar kalbimi terkettiği içindir.
Kalbim hala gittiğin limanda bekliyorsa,
Yari hala sevdiğim içindir.

(04.04.2010 - 13:53)

Unforgiven II

Metallica'yı seven de sevmeyen de Unforgiven serisini bilir. Herkesin seride beğendiği şarkı farklıdır. Anlattığı konu itibariyle Unforgiven II benim hep favorim olmuştu. Bu şarkıda James sevgilisini affedemeyişini anlatıyor.
-----------------------------
Lay beside me
Yanıma otur

Tell me what they've done
Ne yaptıklarını anlat

Speak the words i wanna hear
Duymak istediğim sözleri söyle

To make my demons run
Şeytanlarımı kaçırmak için

The door is locked now
Kapı kilitli şimdi

But it's open if you're true
Ama doğruysan açıktır

If you can understand the me
Eğer sen beni anlayabilirsen

Then i can understand the you
O zaman ben de seni anlayabilirim

Lay beside me
Yanıma otur

Under wicked sky
Nefret dolu gökyüzünün altında

The black of day, dark of night
Günün siyahlığı, gecenin karanlığı

We share this paralyze
Beraber felç oluyoruz

The door cracks open
Kapı çatlayarak açılıyor

But there's no sun shining through
Ama içinden hiç güneş ışığı gelmiyor

Black heart scarring darker still
Siyah kalp hala daha koyu yara izi bırakıyor

But there's no sun shining through
Ama içinden hiç güneş ışığı gelmiyor

No, there's no sun shining through
Hayır, içinden hiç güneş ışığı gelmiyor

No, there's no sun shining
Hayır hiç güneş ışığı yok

Nakarat

What i've felt what i've known
Hissettiklerim ve bildiklerim

Turn the pages turn the stone
Sayfaları çevir, taşı çevir

Behind the door should i open it for you?
Kapının arkasındayım, onu senin için açmalı mıyım?

Yeah, what i've felt what i've known
Evet, hissettiklerim ve bildiklerim

Sick and tired i stand alone
Hasta ve bitkin ayakta yalnız duruyorum

Could you be there 'cause i'm the one who waits for you
Orada olabilir misin çünkü seni bekleyen benim

Or are you unforgiven too?
Yoksa sen de mi affedilmeyensin ]

Come lay beside me
Gel yanıma otur

This won't hurt, i swear
Bu acıtmayacak, söz veriyorum

She loves me not, she loves me still
Beni sevmiyor, beni hala seviyor

But she'll never love again
Ama bir daha asla sevmeyecek

She lay beside me
Yanıma oturuyor

But she'll be there when i'm gone
Ama ben gittiğimde orda olacak

Black heart scarring darker still
Siyah kalp hala daha koyu yara izi bırakıyor

Yes, she'll be there when i'm gone
Evet, ben gittiğimde orda olacak

Yes, she'll be there when i'm gone
Evet, ben gittiğimde orda olacak

Dead sure she'll be there
Lanet, kesin orda olacak

Nakarat
From
Lay beside me
Yanıma otur

Tell me what i've done
Ne yaptığımı anlat

The door is closed, so are your eyes
Kapı kapalı, gözlerin de öyle

But now i see the sun
Ama şimdi güneşi görüyorum

Now i see the sun yes, now i see it
Şimdi güneşi görüyorum, şimdi onu görüyorum

What i've felt what i've known
Hissettiklerim ve bildiklerim

Turn the pages turn the stone
Sayfaları çevir, taşı çevir

Behind the door should i open it for you?
Kapının arkasındayım, onu senin için açmalı mıyım?

Yeah, what i've felt what i've known
Evet, hissettiklerim ve bildiklerim

So sick and tired I stand alone
Çok hasta ve bitkin ayakta yalnız duruyorum

Could you be there 'cause i'm the one who waits, the one who waits for you
Orda olabilir misin çünkü senin için bekleyen, senin için bekleyen benim

Oh, what i've felt what i've known
Oh, hissettiklerim ve bildiklerim

Turn the pages turn the stone
Sayfaları çevir, taşı çevir

Behind the door should i open it for you?
Kapının arkasındayım, onu senin için açmalı mıyım?

So i dub thee unforgiven
Bu yüzden sana affedilmeyen ismini takıyorum

Oh, what i've felt oh, what i've known
Oh, hissettiklerim oh, bildiklerim

I take this key and i bury it in you
Bu anahtarı alıp senin içine gömüyorum

Because you're unforgiven too
Çünkü sen de affedilmeyensin

Never free never me
Hiç özgür değilim hiç ben değilim

'Cause you're unforgiven too
Çünkü sen de affedilmeyensin...

Seninle olmanın en güzel yanı...

Açıkçası Can Yücel'in yazılarını durmadan okuyan, ona hayran biri değilim. Bu yazısını da şans eseri bulmuştum ve bu yazısından sonra ne kadar çok şey kaçırdığımı farkettim. En yakın zamanda bu açığımı kapatacağım inşallah :)
-------------------------------------
Seninle olmanın en güzel yanı ne biliyor musun?

Elin elime değmeden avuçlarımı terleten sıcaklığını taa içimde hissetmek.

Seninle olmanın en kötü yanı ne biliyor musun?

''Seni seviyorum'' sözcüğü dilimin ucunu ısırırken her konuşmamızda boş yere saatlerce havadan sudan söz etmek.

Seninle olmanın en heyecanlı yanı ne biliyor musun?

Aynı şeyleri seninle aynı anda düşünmek birlikte ağlamak gülmek. Ve buradayken bile seni çılgınca özlemek...

Seninle olmanın en acı yanı ne biliyor musun?

Seni hiç tanımadığım bir sürü insanlarla paylaşmak. Senin yanında olan, seninle konuşan herkesi çocukça kıskanmak.

Seninle olmanın en mutlu yanı ne biliyor musun?

Tanıdık birileriyle karşılaşma tedirginliği ile yollarda yürümek yan yana... Elimdeki şemsiyeye inat yağmurda ıslanmak birlikte. Elimde kır çiçeğiyle seni beklemek... Aynı mekanlarda aynı yiyecekleri yemek.

Seninle olmanın en romantik yanı ne biliyor musun?

Sensiz gecelerde sana söyleyemediklerimi yıldızlara aya anlatmak... Okuduğum kitabın sayfalarında dinlediğim şarkıların türkülerin şiirlerin her mısrasında seni bulmak.

Seninle olmanın en zor yanı ne biliyor musun?

Seni kaybetme korkusuyla hayatta ilk kez tattığım o tarifsiz duygularımı umut denizinin ortasında küreksiz bir sandala hapsetmek. Sevgili yerine yıllarca dost kalmayı başarmak. Yalın ayak yürümek bıçağın en keskin yerinde. Kanadıkça tuz yerine gözyaşlarımı basmak yüreğime.

Seninle olmanın tek yan etkisi ne biliyor musun?

Nereden bileceksin?
Sen benimle hiç olmadın ki. Olsaydın avuçlarım terlemezdi... Isırmazdım dilimin ucunu... Özlemezdim seni yanımdayken.Kıskanmazdım.

Korkmazdım yollarda yürümekten. Islanmazdım yağmurlarda... Yıldızlara aya dert yanmaz, böyle her şarkıda serhoş olmazdım.

Korkmazdım seni kaybetmekten ayaklarım kan revan atlardım sandaldan denize... Ve her kulaçta haykırırdım seni..

Ama sen hiç benimle olmadın ki...
YA AKLIN BAŞKA YERLERDEYDİ YA YÜREĞİN...

Jehan Barbur - Öylesine...

Jehan Barbur'u bana ilk olarak hayatımda çok önemli yeri olan birisi tavsiye etmişti. Sesiyle ve sözleriyle şarkıları beni benden alıyordu adeta. Şarkılarının içinden beni en çok hüzne boğan şarkısı şüphesiz bu şarkıdır.
------------------------------------
Yüzümü gönlüne koysam
Yemin tutsa kalbim beni sever miydin

İçimi avcuna döksem
Beni azıcık çözer miydin
Yok olmuyor istemekle bitmiyor
Hiç bir yol yarılanmıyor uzadıkça uzuyor
Kal demiyor söz vermiş susuyor
Kelimeler düşmüyor içinde salınıyor

Yüzümü gönlüne koysam
Yemin tutsa kalbim beni bilir miydin
Yok olmuyor istemekle bitmiyor
Hiç bir yol yarılanmıyor uzadıkça uzuyor
Kal demiyor söz vermiş susuyor
Kelimeler düşmüyor içinde salınıyor

Düşümü aklına katsam
Yemin tutsa kalbim beni sever miydin...

Bir Ölünün Son Notu...

Bir çocuk varmış. İçinde umut olan, mücadele eden bir çocukmuş. Birgün güzel mi güzel bir kıza aşık olmuş. Onu çok sevmiş. Ona tamamıyla bağlanmış çocuk. Çok mücadele etmiş, gecesini gündüzüne katmış sonunda kızın gönlünü kazanmış. Çocuk tam zaferini kutlayacakken karanlık çökmüş dünyasına yeniden ve kızı kaybetmiş. Günlerce, haftalarca, aylarca ağlamış çocuk ama acısı geçmemiş. Sevgisi her geçen gün artmış. Sevgisiyle bir acısı da artmış. Onsuz yaşayamaz olmuş ama beklemiş. Dönmeyeceğini biliyormuş çocuk kızın ama yine de beklemiş. Mucizelere inancını yitirdiğinde bile beklemeye devam etmiş. Herşeyi bir kenara bırakıp kızın mutluluğu için çırpınmış çocuk boş boş. Ama her geçen gün karanlık yoğunlaşmış. Herşey giderek kötüye gitmiş. Herşeyini bir bir kaybetmiş. Sevdiğinin sesini bile duyamaz olmuş. Acısı dayanılmazmış bu çocuğun. Ve o an karar vermiş. Çocuk göğsünü deşip kalbini kimsenin bulamayacağı bir yere gömmüş. Ve çocuk o an ölmüş. O artık bir ölü. Adı Dun Vagor. Acı, nefret ve keder artık onun ana besin kaynağı...


(11.02.2010)

Küçük Notlar - I

Yine düştüm bir gece vakti yollara,
Elimde notlarım, sırtımda gitarımla.
Otobüsümün loş ışığı altında yazıyorum bu notları,
Neden yazdığımı bilmeden, kelimeler dökülüyor dudaklarımdan...


(05.06.2009)

Yoruldum...

Yoruldum artık.
Hiç kapanmayan yaraları kapatmaya çalışmaktan,
Yıktığın duvarları onarmakla uğraşmaktan,
Sana gerçekleri göstermeye çalışmaktan yoruldum artık.

İçime soktuğun karanlıkla mücadele etmekten,
Dönmeyeceğini bile bile seni beklemekten,
Kabuslarımda ölümünü görmekten yoruldum artık.

Her gelişinin ardından gidişini izlemekten,
Sana her baktığımda umutsuz gözler görmekten,
Bile bile hep aynı hançeri yemekten yoruldum artık.

Mutlu ol diye mutluluğumdan olmaktan,
Bir tebessümün için bin şaklabanlık yapmaktan,
Herşey düzelecek diyerek kendimi kandırmaktan yoruldum artık.
Anla beni artık yoruldum...


(07.04.2009)

11 Şubat 2011 Cuma

Karanlık...

Bu hikayenin bendeki yeri çok ayrıdır. Yazdığım sırada kafam o kadar dumanlıydı ki yazdıktan beş dakika sonra neler yazdığımı hatırlamıyordum. Bu zamana kadar da hiç merak edip okumadım çünkü her bir satırda hayatımın en kötü yıllarından izler vardı. Şimdi eklerken birkaç satırını okuyabildim. Belki de silmem lazım bu hikayeyi ama kafamdan anıları silemedikten sonra bu satırları silmenin manası nedir ki...
--------------------------------------
Bir zamanlar bir çocuk varmış,
Çok mutlu bir şekilde yaşarmış.
Dünya'daki herkesin de kendi gibi mutlu olduğuna inanırmış bu çocuk,
Ama büyüdüğünde yanıldığını anlamış.
Dünya'da nefretin, ihanetin, karanlığın kol gezdiğini görmüş,
Gördüklerinden kederlenmiş, içine karanlık düşmüş.
O günden sonra karanlıkla mücadele etmeye başlamış,
Ama bu düşündüğünden daha zormuş.
Sonra bu çocuğun hayatına biri girmiş,
Güzel mi güzel kelebek gibi bir kız.
Çocuğun elinden tutmuş,
Ona yol göstermiş.
Uzun bir süreden sonra karanlığı unutup mutlu olmuş bu çocuk,
Ama karanlık onu unutmamış.
Çocuğu yavaş yavaş zehirlemeye devam etmiş.
Çocuk bunu farkettiğinde ise herşey için çok geçmiş.
Karanlık onu çoktan ele geçirmiş,
Çocuk yine de onunla savaşmalıydı bunu biliyordu.
Ama bu durumun başkalarına zarar vermesine izin veremezdi,
Bu yüzden önce kelebeğini terketti, sonra da kalbini.
Önce farklı şehirde denedi şansını,
Ama işe yaramadı.
Yeniden kendi şehrine geri döndü.
Tam bir buçuk yıl boyunca savaştı çocuk,
Ve sonunda karanlıkla olan büyük savaşını kazandı.
Hiç vakit kaybetmedi, kelebeğine dönmek istedi,
Ama zaman kelebeğini değiştirmişti.
Eski hassas, narin kelebek gitmiş,
Yerine hayata acımayan biri gelmişti.
Ama çocuk sevmekten vazgeçmedi,
Gözlerine baktığında o eski narin kelebeği görebiliyordu.
Tam ümitleri tükenmeye başlamıştı ki kelebek geri döndü,
Herşey eskisi gibi olduğu için çok mutluydu çocuk.
Ama bir terslik vardı,
Kelebek dönmüştü ama eskisi gibi davranmıyordu.
Çocuk anladı ki daha işi bitmemişti,
Daha uyanması gereken bir güzellik vardı.
İçinde umut vardı, içinde ışık vardı çocuğun,
Herşeyi düzeltebileceğine inanıyordu çocuk.
Kızın içindeki karanlık çok güçlüydü,
Ama bu çocuğu durdurmadı.
Çok yoruldu,
Ama belli etmedi.
Fakat bu sefer kelebek karanlığa yenik düştü,
Çocuğun içindeki ışığı görmedi ve çekip gitti.
Çocuk buna dayanamadı,
Günlerce durmaksızın ağladı.
Sonra bir çağrı duydu,
Karanlık onu çağırıyordu.
Ona hiç sahip olmadığı bir güç vadediyordu,
Çocuk da bir an tereddüt etmedi ve karanlığın içine girdi.
Karanlığın içinde güçlendi,
Her geçen gün daha güçlü oluyordu.
Aylar sonra beklenmedik bir şekilde kelebek çıktı ortaya,
Neden çıktığı belirsiz bir şekilde.
Çocuk kelebeğinden dönmesini istedi,
Ama kelebeği reddetti.
Neden olarak ta çocuğa sen karanlıktasın ben aydınlıktayım dedi,
Çocuk bunu duyduktan sonra Dünya'dan koptu.
Önce Dünya'dan nefret etti,
Sonra yaşayan herşeyden...

Buradan sonrası bilinmez bu hikayenin,
Karanlıktan korkan bir çocuğun nasıl karanlığın kendisi oluşu anlatılır bu hikayede...


(06.03.2009)

Bir Parça Umut...

Önümüzde yeni ufuklar, 
Keşfedilecek çok yer var. 
Her yerde bu gece gölge, 
Güneş parlayana kadar. 
Sis ve gölge, 
Bulut ve buz. 
Geçicek hepsi bugün...


(20.01.2009)

Garip Bir His...



Garip bir his,
Bitiş çizgisine birkaç adım kala düşüp sonuncu olmak.
Bulutların arasında uçarken birden yere çakılmak.
Dün bir savaşçıyken bugün bir köle olmak.
Sevildiğini sanırken nefret edildiğini duymak.
Mutluluktan sarhoşken alkolden sarhoş olmak.
Burnunun dibindeyken aynı zamanda kilometrelerce uzağında olmak.
Çok garip bir his...


(20.12.2008)